28 Temmuz 2008 Pazartesi

Leb demeden Halep




Katıldığımız güneydoğu turunun son durağı ve merakla beklediğimiz Halep turu sabah erken saatlerde Halep’in kardeş şehri Gaziantep’ten başlıyor. 45 dakikalık kısa bir yolculuktan sonra Öncüpınar sınır kapısına ulaşıyoruz. Otobüsten çıkmak yasak olduğundan çevremizdekileri seyre dalıyoruz. Başına eflatun renkli bir poşu takmış yaşlı amcamız sakin sakin aracına ilerlerken biz şaşkınlıkla kendisini izliyoruz. Neden bu derece feminen bir renk kullanılıyor derken otobüsümüz hareket ediyor.

Suriye’ye girer girmez ilk durağımız benzin istasyonu oluyor. Otobüsün yakıt ibresi 500 lt lere yaklaşırken sınırda ucuz yakıt vergisinin peşin olarak gümrükte kesildiğini öğreniyoruz. Ne kadar ucuz ki vergi kesiliyor derseniz litresi 50 kuruş civarında. Yani neredeyse bizdekinin yedide biri.

Halep yoluna çıkınca elimizde fotoğraf makinemiz yine seyre dalıyoruz. Güneydoğu Anadolu’daki aynı taşlı toprak dokusu ve poşulu insanlar. Ta ki Halep girişine kadar yazılar ve plakalar haricinde farklı bir şey yok.

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Halep e ulaşıyoruz. Şehir girişinde artık Türkiye de olmadığımızı anlıyoruz. Türkmen rehberimiz akıcı Türkçesiyle bizi bilgilendirmeye başlıyor. Halep’in 3 milyon nüfusuyla Suriyenin 2. büyük kenti olduğunu öğreniyoruz. Arap, Kürt, Nusayri, Hristiyan ve Türk mahalleleri bulunan Halep, sentez bir kültür barındırıyor. 1500 yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul ve Bursa’dan sonra 3. dokumacılık kenti olan Halep, Suriye’nin üretim ve ticaret merkezlerinden biri konumunda. Gözümüze çarpan ilk şey ‘taş teknolojisinin’ mükemmel kullanımı. 5-6 katlı taş apartmanlar, iş merkezleri… Gaziantep’te gezdiğimiz eski taş ev aklıma geliyor. Bizim terk ettiğimiz yapı kültürü burada hayat bulmuş. Ama bedeli var tabiî ki. Yeni Halep olarak adlandırılan bu bölgede 350.000$ karşılığında şirin bir 3+1 apartman dairesi sahibi olabilirsiniz.

Halep’in önde gelen lokantalardan birinde duruyoruz. Yemekler genelde kebap tarzı ve baharatlı. Hiç yabancı gelmiyor.

Halep merkezde artık serbest bırakılıyoruz. Ortadoğunun en büyük çarşısı olarak bilinen kapalı çarşıya giriyoruz. 10 km uzunluğundaki çarşıda ne arasanız bulmanız mümkün. Giyim,ev eşyaları, mücevherat, baharat ve hatta ulaşabildiğimiz son noktadaki kasaplara kadar. Esnaf Türklere alışkın ve hemen hepsi pazarlık yapacak kadar Türkçe biliyor. Poşunun renklerinin anlamını öğreniyoruz. Araplar kırmızı, Kürtler siyah poşu, Suudiler ise beyaz örtü takıyorlar. “Eflatun poşu” ise civar köylerde yaşayanların rengiymiş. Çarşının ortalarına doğru mağarayı andıran bir koridordan şehre giriyoruz. Yüksek taş duvarlar ve her duvarın arkasında saklı tarihi kalıntılarıyla inanılmaz.

Buluşma noktamıza yaklaştıkça Halep Kalesi tüm görkemiyle önümüze çıkıyor . Fantastik romanlardan bildiğiniz kalelerden bile daha heybetli. Bize söylenene göre dünyanın 2. büyük kalesi. Hiç bir kuşatmada kaybedilmemiş. Tamamı kayşani taştan yapılmış kalenin çevresinde 50m genişliğinde bir hendek var. Eskiden burada timsahlar gezinirmiş. İçine girince hayranlığımız artıyor. Kalenin içinde bir şehir daha var. Birbirini kovalayan 15-16 yaşlarında genç Halepliler dikkatimizi çekiyor. Burası onları oyun alanı olmuş. Yıkıntıların arasında şakalaşıyorlar. Ve yine bir sürpriz bizi hayrete düşürüyor. Kale girişinin üstünde ince kakmalarla işlenmiş tamamen ahşap kaplı bir salon buluyoruz. Ama artık dönüş zamanı. Arkamıza bakarak kaleden çıkıyoruz.

Hatay sınırımıza ilerlerken düşüncelere dalıyorum. Sanal bir hat, 100 km lik bir uzaklık bu kadar mı değiştirebilir bir coğrafyayı. Değişik medeniyet görmek diyorsanız Halep’e gidin. Takın poşunuzu girin taş sokaklara. Orta dünya sizi bekliyor.

24 Temmuz 2008 Perşembe

Eyer Seçme Hakkım Olsaydı....


Eşşeklerin, atların, öküzlerin eyerlerini çıkartır onun yerine halı koyardım...

- böylece insanlar at üstünde zor dururdu...
- mesafeler uzar, insanların birbirlerine sataşmaları zorlaşır, savaşlar azalırdı...
- at arabası olmazdı...
- at arabası olmayınca tekerlek kavramı olmaz böylece günümüzdeki taşıtlar olmaz, hava kirliliği olmaz, belkide motorda olmazdı...
- motor olmayınca sanayi devrimi olmazdı...
- uçak, gemi uzay mekiği hiçbiri olmaz tabanvay daha sağlam olurdu...
- insanlar her işini vücuduyla yaptığı için daha sağlıklı ve güçlü olurlardı...
- grip salgını olmaz, kongolu keneler birbirleriyle depişirlerdi...
- işsizlik olmaz her insana bir yerlerde ihtiyaç olurdu...
- akıllı başlara sağlam vücutlarda daha sık rastlanırdı...
- evsizlik olmaz, daha iyisini bilmediğimiz için afrika kasa çadırlarımızda mutlu mutlu yaşardık...
- ticaret çok azalır, zengin fakir olmaz...insanlar daha bi eşit olur...insan hakları lalesine gerek kalmazdı...
- para devre dışı kalır gibi olunca herkes sevdiğiyle beraber olabilir, seks herkes için daha bi keyifli olurdu...
- insan lazım, korunmaya gerek yok dedik...
- atlar kesin daha mutlu olurdu...
- domuz gibi yiyemeyen insanlar domuz gibi olamazdı...işleyen demir ışıldardı...
- ve en önemlisi "attan inip eşşeğe binmek" matah bişi olurdu...

eyer seçme hakkım olsaydı...

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Arkası



16 temmuzdaki masalın devamı....

üzgün götverelle almış eline bohçasını vermiş kendini yollara...
dağ gitmiş bayır gitmiş...tam bi ormandan geçerken...pıt diye bi peri çıkmış karşısına...elinde asası kupkuru cildi ve dolgun dudaklarıyla değişik bi periymiş...

"dile benden ne dilersen" diye sormuş peri...
şaşkın götverelle ne diyeceğini bilememiş...sonra
"amcam olmak istiyorum "demiş

hooop yıldızlar havada...bizimki sakallı bıyıklı amcası oluvermiş...
vermiş kendisini yollara yine...bu sefer amcasının evine doğru...

kimse sormamış saraya girerken...amcası oldu ya...oturmuş tahtına amcasının...

birkaç ay sonra götverelle olmak isteyen amca çıkagelmiş geriye...e tabii adaçayı toplayarak ormandaki kulübede geçmez hayat...

saraya tam girecek "hoop demişler" "kimsin?"
"evladım tanımadın mı" "sabestiyen ben" demiş amca
"yok teyze demişler"..."sabestiyen bey evde zaten"..."hem bu kırmızı türbanda ne alaka"...

"ya olum demiş" amca..."ben yerine geçtim ya bizim yeğenin, ordan gelirim"...

tam bu sırada amca görünümündeki götverelle çıkagelmiş kapıya...
e tabii şok içinde amca...

"ne olacağım değil amca, ne oldum demeli" demiş götverelle...
hatasını anlayan amca bu özentinin kurbanı olduğunu anlamış...

götverelle gibi yaşayım derken hakkaten götverelle ol..........................üüfffff.....neyse......

onlar ermiş muradına çıkalım biz kerevetine....


hakkaten masal yazmak yorucuymuş...hakverdim Peter Holeinone...
nur içinde yatsın....

17 Temmuz 2008 Perşembe

Sinderella ve Yedi Cüceler

Lügatta bu zatlar hakkında yazılan çizilenden öte orjinal hikalerindeki benzerlik oldukça şaşırttı beni...

Peter Holeinone yıl 1935 te atar sinderella mevzuunu.. fakat ilk hikayede ormanda gezen değilde sarayda yaşayan 7 tane farklı özellikli cücenin cinderellaya bi takım mevzularda yardım ettiği bilinmekte.....

sonra 1937 de hikayeler ikiye bölünmüş, sinderella ayrı, pamuk ve 7li ekip ayrı olacak şekilde ortaya çıkmış masallar...bak sennn çakala...rant o zamanda varmış demekkim...

Atlı, eşşekli, hayvanlı hikaye yazmak sanki çok zor...

hemen konuyla ilgili aklıma gelen bi masalı patlatayım...

götverelle şirin mi harika bir insanmış...ormanda yaşar kırlardan topladığı adaçayını pazarda satarak geçinirmiş...yaşlı bir amcası varmış bir de...o da zengin mi zengin saraylarda yaşayan bir insanmış...Kötüymüş amaa...çok kötüymüş..

günlerden birgün götverelleyi yolda kurt ısırmış...götverelle:
"ey kurt niye ısırdın?" diye sormuş...
kurt "seni değil elmayı ısırcaktım, kaydı" demiş...

bu numaraya aldanmayan götverelle kurdu sıkıştırıp,
yaşlı amcasının onun yerine geçebilmek için kendisini yolladığını öldürmeden gelme dediğini öğrenmiş...

buna çok üzülen götverelle "al o zaman adaçayını amcama götür"..."götverelle öldü" de demiş...

a r k a s ı y a r ı n....

6 Temmuz 2008 Pazar

Pinokyo nun


pinokyo diyince aklımıza gelen ilk şey nedir...burun...
sonra yalan dolan...
sonra gepetto usta....
peki ya sonra...sizin için araştırdık...

pinokyo hakkında wikipedia da yazanı aynen alıntı olarak koyuyorum...merak eden bakabilir...bana biraz saçma geldi.."http://tr.wikipedia.org/wiki/Pinokyo_(kitap)"

"Pinokyo, önce hüsnü usta tarafından sıradan bir odun olarak bulunur. Kiraz usta konuşan kütüğü bulunca çok şaşırır. Bu yüzden arakadaşı Gapetto usta kütük isteyince bu konuyu hiç düşünmeden hem ağlayan hem gülen kütüğü ona verir. Böylece asıl hikaye başlamış olur. Pinokyo türlü türlü yaramazlıklar yapar. Bir keresinde arkadaşıyla birlikte oyuncak kentine gitmiştir. Burada Perşembe günleri okul yoktur ve hafta sonu okul tatildir. Bu kentte haftanın 5 günü perşembe günüdür ve geri kalan günler hafta sonudur. Çocuklar burada ders çalışmadıkları için eşeğe dönüşmüşlerdir. Satıcı da onları satarak zengin olmuştur. Pinokyo, eşek haliyle tam ölecekken Mavi peri onu çocuğa dönüştürmüştür.

Tahtadan bir kukla olarak yaratılan Pinokyo'nun tek isteği Gepetto babasının dileği gibi gerçek bir oğlan çocuğu olmaktır. Ama bunu elde edebilmesi için egoist kişiliğinden vazgeçmesi gerekecektir. Bunun için Gepetto'nun sevgi dolu yuvasından ayrılıp dünyayı keşfetmek üzere eğitici bir yolculuğa çıkar.

Bu yolculuk sonunda Pinokyo mavi peri tarafından gerçek bir çocuğa dönüştürülür.Ve bu mavi peri ona bir sihir yapar.Her yalan söylenişiğinde pinokyonun burnu uzar.."


haa...
bunları hatırlıyormuyuz...no thanks...hüsnü usta kim? kiraz usta nedir?..eşşekli olay ne alaka?"
bana bu hikaye biraz sıkma geldi...onu da geçtim nası bir anlatım bu yaaa....sabahlara kadar düşünün bu konu üzerine....